Sözlerin gücü adına! Güç bende artık! – Batuhan Kürkçü

0

Binbir azim ve zahmetle meslek edindiği havayolu pilotluğundan vazgeçerek, mutlu olacağı işi yapma cesaretini gösteren Batuhan Kürkçü, bugün bir motivasyon konuşmacısı olma yolunda ilerliyor.

“Kendinizi aramaktan korkmayın” diyor Batuhan. Hayatımız elimizde tuttuğumuz bardaklar gibi. Seçimlerimiz, kararlarımız, vazgeçtiklerimiz de bardağımızın içindeki içeceğimiz… O bardak ve içindekiler size ait değilse “Atın yere, kırın gitsin” diyor.

Ünlü bir motivasyon konuşmacısının bir sözüne  adeta vurularak ve sıkısıkıya tutunarak hayatına nasıl yön verdiğini ve şimdi kendi sözleriyle yüzlerce hayata dokunan bu güzel kariyer hikayesini hep birlikte okuyalım ve ilham alalım…

BARDAK KIRILMADAN ÖNCE…

Benden dokuz yıl önde olan bir hayatın etkisinde kalarak büyüdüm. Büyük kardeşim yaramaz, tez canlı ve biraz uçarı biriydi. Süreç içerisinde büyük kardeşimin çeşitli nedenlerle annemle ve babamla çatıştığını gözlemledim. Bu çatışmaları kendi cephemde yaşamak istemediğim için henüz küçük bir çocukken kendime bazı sınırlar çizdim. Sınırları aştığım zamanlarda küçük cezalar alınca da bu sınırları iyice daralttım. Bu, ülkemizde pek çok ailede yaşanan bir durum sanırım. Okul hayatımda benden beklenti hep başarı üzerine oldu; yıllarca takdir belgelerinin peşinden koştum. “Takdir Belgesi” dikkatleri üzerime çekmenin bir yoluydu, çünkü karşılığında ödüllendiriliyordum.  Zamanla ailemin bana başarı karşılığında sunduğu ödüllere de alıştım. Büyük kardeşimin başı hep çok konuştuğu için derde giriyor diye düşünürdüm, buna karşılık ben de sessiz kalıp dinlemeyi seçtim. Sessiz kalmak muhtemelen kendimi savunmak için seçtiğim bir yoldu.

Lise yıllarının başlarında aklımda üniversiteye yönelik herhangi bir hedef yoktu. Lisedeki biyoloji öğretmenlerimden biri benim iyi bir doktor olabileceğimi söylemişti. Tıp fakültesinde okuma hedefi doğrultusunda girdiğim sınavdan yeterli puanı alamadığım için ve aile dostlarımızdan birinin biyoloji okuyarak Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) ile tıp fakültesinde eğitim alabileceğimi söylemesi üzerine biyoloji okumayı tercih ettim. Üniversitenin ilk yılında aklımda genetik mühendisi olmak vardı ancak hocalarımızdan birinin “Türkiye şartlarında bu çok zor” demesi üzerine bu hedefimden vazgeçtim. Üniversitenin ikinci senesinde mikrobiyoloji ile tanıştım. Bakteriler ve antibiyotikler ilgimi çekmişti. Tıpta uzmanlık sınavına bu alandan girdiğimde ilerleyen yıllarda laboratuvar açma yetkimin olabileceğini öğrendim. Bu hedefe sıkı sıkıya tutunup çalışmalarıma devam ederken aynı sene biyologların TUS’a girme hakları ellerinden alındı. Her sene farklı konularla tanışıp yeni bir hedef belirliyordum ancak hâlâ yabancı dilde eksiklerim vardı, yeteri kadar sosyal değildim ve akademik alt yapımı geliştirmeliydim. Hocalarımdan birine şöyle bir fikirle gittim; bir sene bilerek kendimi sınıfta bırakacağım ve bu bir sene içinde akademisyenlerle birlikte araştırmalara katılacağım, çok sayıda makale inceleceğim, yabancı dilimi güçlendireceğim ve sosyal kulüplerde aktif rol alıp kendimi geliştireceğim. Hocam bu fikrime sıcak bakmayınca bu hedefimden de vazgeçtim. Bu henüz çocukken öğrendiğim bir tepkiydi; “Bir büyük bir şey söylüyorsa, o şey doğrudur.” Ben hep çabuk ikna olandım, hemen kabul edendim…

Dördüncü senemde embriyoloji alanı ile tanıştım. Tüp bebek merkezlerinde çalışabilmek için tıp fakültesinde yüksek lisans yapmak gerekiyordu. Kendi geleceğim için parlak bir çalışma alanı olabileceğini düşündüm.

Aynı yıl içinde arkadaşlarımda hızlı duygu geçişleri olduğunu gözlemledim. Sevgilisinden ayrılanlar, sınavları kötü geçenler, ailesiyle sorunları olanlar… Onları  dinlemeye başladım. Tek söyleyebildiğim “Üzülme geçer. Bu da geçer” oldu. Gün geçtikçe bana teşekkür edenlerin sayısı çoğaldı. Bunun üzerine ilerleyen haftalarda psikoloji alanıyla ilgili okumalar yapmaya başladım. Biyoloji bölümünden mezun oldum ve aynı yıl üniversite sınavına tekrar girerek psikoloji bölümünü kazandım. Ancak kayıt yaptırmaya gittiğimde ikinci bir dört yıllık üniversiteyi okumak için askerlik şartı olduğunu öğrendim. Askere gitmem gerekiyordu ve öyle de yaptım. Askerden döndüğümde sınava tekrar girdim ancak psikoloji bölümü için yeterli puanı alamadım. Aklımda tek bir hedef vardı: Embriyoloji ve Tüp Bebek.  Tam bu alana hazırlanırken tesadüfen pilot olan bir aile büyüğümüzle bir araya gelişimiz yine işin akışını değiştirdi. Başarılı bir pilot olabileceğim görüşü üzerine bir süre havayolu pilotu olma teklifini düşündüm; mezuniyet tamam, İngilizce tamam, askerlik tamam. Ve böylece pilotaj yolculuğu benim için başlamış oldu.

Pilotluk başladı ve bitti…

İlk uçuş eğitmenim değerli, rahmetli Murat hocam, uçuşlarımdaki endişe ve yetersizliğimi dile getirdiğimde şöyle demişti: “Zamanla olacak, merak etme… Çok büyük yetenekler aramıyoruz. İnsan olman yeterli.” Pilotluk dışarıdan bakıldığında cezbedici görünüyor olabilir ancak sorumluluğu ağır bir meslek. Arkanızdaki 200 yolcuyla birlikte 70 tonluk bir makine size emanet ediliyor. Sıkı bir şekilde çalıştığım zorlu yer derslerini ve uçuş eğitimlerini tamamladıktan sonra çok cüzi bir maaşla ilk pilotluk görevime 2014 yılında başladım. 5 ay boyunca hep aynı uçuş rotalarını izledim. İstanbul-İzmir,  İzmir-İstanbul. İstanbul-Adana, Adana- İstanbul. İstanbul-Antalya, Antalya-İstanbul. Aynı meydanlar, aynı kule konuşmaları, aynı zaman dilimleri… Gün geçtikçe bulunduğum pozisyonu sorgulamaya başladım. Farklı bir tecrübe arayışındaydım. Avrupa uçuşları yapamıyordum. Yaptığım iş her geçen gün monotonlaşmaya başladı. Halbuki havayolu pilotluğunu bu şekilde tarif etmezdik. Hani dünyayı gezecektik? İmkanları iyiydi, hani? Tüm o kurulan hayallerin karşılığı nerede? 5 ayın sonunda farklı bir havayolu şirketine geçiş yaptım. Sonunda Avrupa uçuşları başlamıştı. Amsterdam, Brüksel, Münih, Madrid, Helsinki, Londra ve dahası… Aradığım heyecanı tekrar yakaladım ve süreç benim için çok daha ilgi çekici hale geldi.

Bunu itiraf etmesi pek kolay değil ancak ilerleyen aylarda baştan beri idare etmeye çalıştığım özellikle kokpitte yaşanan dikey hiyerarşiden rahatsızlık duymaya başladım. Ego tatminleri, sert öğretme usulleri üzerimde çok fazla baskı yarattı. Bu süreçte mutluluk seviyemde çok hızlı bir düşüş yaşadığımı fark ettim. Avrupa meydanları heyecanını yitirmişti. Bu nedenle içinde bulunduğum durumu tekrar sorguladım. Uçuş eğitimlerinde bize ilk öğretilen, eğer doğru psikolojiyle uçuşa gitmeyeceğimizi düşünüyorsak uçuşumuzu iptal etmemiz gerektiğiydi. Yaşadığım duygu geçişlerinden dolayı birkaç uçuşu iptal etmek zorunda kaldım ama sanırım artık ayaklarım geri geri gidiyordu.

Pilotluğu bırakma kararı gündeme gelince çevren nasıl karşıladı bu durumu?

“Çok şeye el attın, hiçbir şey yapamadın” diyenler oldu. Pilotluğu bırakma kararım pek çok kişide beklenmedik bir etki yarattı. Herkes bu kararın nedenini çok merak ediyordu. Ne de olsa birçok kişi için pilotluk dünyayı gezme kapısını aralarken aynı zamanda yaşam koşullarınızı iyileştiriyor ve prestij sağlıyordu. Ancak mizacımda hassas yanlar var. Söylenen sözler bir kulağımdan girip diğerinden çıkmıyor. Her şey bir kulağımdan girip zihnimde ve yüreğimde yer ediyor. Pilotluğu bırakmamın temel nedeni yaşadığım “değer çatışmaları” diyebilirim.

“Eric Thomas’ın  ‘Ancak ve ancak başarılı olmayı nefes almayı arzuladığınız kadar arzuladığınızda başarılı olursunuz’ sözüyle değişimim başladı” diyorsun…

Pilotluk yaptığım dönemlerde dünyaca ünlü motivasyon konuşmacılarının seminer kayıtlarını dinliyordum. Eric Thomas’ın bu sözünü duyunca bende birden şalter attı. Ben başarıya hiç bu şekilde yaklaşmamıştım. O güne dek benim için başarı, yüksek not almak, takdir edilmek, gurur kaynağı olmak, başkalarının yapmamı söylediklerini gerçekleştirmekti.  Bu yepyeni başarı tarifi adeta bir ışık yaktı bende. Bu ses kayıtlarını 4 yıl boyunca aralıksız dinledim ve anlatılanlardan çok etkilendim ve benim için değişim süreci böylece başlamış oldu.

BARDAĞI KIRMA ZAMANI…

 Les Brown’un idolün olduğunu söylüyorsun. Kendi hikâyesi senin hayatına nasıl yön verdi?

Les Brown’un hayatını dinlediğimde çok etkilendim. “Eğitilebilir zihinsel engelli” olduğu söylenen Les Brown’a bir gün öğretmeni bir problem sorar ancak Les Brown bunu çözmeyi reddeder. Öğretmeni ısrar eder ama Les Brown yine de problemi çözmeye çekinir. Öğretmeni ona bunun sebebini sorduğunda  bana “eğitilebilir zihinsel engelli” olduğumu söylediler, o yüzden çözemem der. Öğretmeni Les Brown’u karşısına alır ve “Bunu bir daha söyleme. Birinin senin hakkındaki görüşü senin kim olduğunu belirlemek zorunda değil” der ve o andan itibaren Les Brown’ın hayatı değişir.

Ben yıllarca insanların beklentilerini karşılamak için adım attım. Onca yıl olumsuz nitelikte çok az söz işittim ama şimdi ilk defa insanların beklemedikleri bir şeye karar verdiğimde hiç duymadığım sözler duymaya başladım. Bu karar bir “Batuhan”ı geride bıraktı. Artık ilerde olacağım Batuhan’ı tasarlıyorum.

Değerlerinle ilgili yaşadığın uyumsuzluk sorununa nasıl eğildin?

Dinlediğim ses kayıtlarındaki soruların cevaplarını kendimde aramak için yazmaya başladım. Yaşadığım hayatı ve yaşamak istediğim hayatı karşılaştırdığımda arada büyük bir uçurumun olduğunu fark ettim. Sadece birkaç yıl önce psikoloji okumayı düşünürken, şimdi pilotluk yapıyordum. Neden? Neden vazgeçtim? Neler beni vazgeçirdi? Çünkü hayatımın ipleri hep başkalarının ellerindeydi. Kendime hiç şans tanımadım. Doğru veya yanlış bir karar vermek zorundaydım ve kendime o şansı tanımak için bu kararın peşini kolladım.

Motivasyon konuşmacılığı nasıl başladı?

Ses kayıtlarındaki sözler beni çok etkiledi ve içimde insanları konuşarak etkileme ve hayatlarına dokunma isteği oluştu. Psikoloji eğitimi almayı düşünürken de benzer şekilde insanların sorunlarına çözüm aramak istemiştim. Bu etkenler birbirini pekiştirdi. Daha önce topluluk önünde hiç konuşma yapmamıştım, elime hiç mikrofon bile almadım. Çevremde bu konuda beni cesaretlendirecek kimse bulamazdınız. Bir tek dayanağım, çıkış noktam ve ilham kaynağım vardı: Les Brown! Onun benden haberi yok, ama hayatımı değiştirebiliyor. Sözlerin gücünü hissedebiliyor musunuz? İşte tam olarak bunu başarmak için yoldayım.

Sen hep dinleyen taraftaydın. Şimdi konuşan tarafa mı geçiyorsun?

 Biyoloji, psikoloji ve pilotluk… Onca vazgeçişin temel nedeni, hayatımın iplerini başkalarına teslim etmiş olmam. Her söylenene ikna oldum. Ardından bir başkasına ve bir diğerine… Herkes ayrı zamanlarda farklı tellerden çaldı ve kendimi vazgeçişler yumağında buldum.

Evet bugüne kadar dinleyen hep ben oldum. Dinlemeyi hâlâ çok seviyorum. Ancak adım atmaya başladığım bu yolda artık ben bir konuşmacıyım. Yapmaya niyetlendiğim bu iş, emin olabilirsiniz, çok daha fazla emek istiyor. Bunun mümkün olduğuna hiç olmadığı kadar inanıyorum: Türkiye’nin en iyi konuşmacılarından biri olmak için yoldayım.

 Ve başardığımı hissediyorum…

Ben nasıl bu kadar değişebildim inanamıyorum. Ağzını bıçak açmayan o çocuk, şimdi kalkmış, insanlara laf anlatıyor. Önceden “Oğlum biraz konuş da sesini duyalım” diyenler, şimdi “Az konuş” diyorlar. İkna olmayı terk ettim, şimdi ikna etme vakti. Les Brown’un öğretmeni bir sözle onun hayatını değiştirdi. Les Brown da bir sözle benim hayatı değiştirebiliyorsa, öyleyse ben de sözlerimle başkalarının hayatlarına dokunabilirim…

Eğitmenlik yolculuğu nasıl başladı?

İzgören Akademi ile tanıştım…

Pilotluğu bırakıp Ankara’ya döner dönmez topluluk önünde konuşma eğitimi almak için İzgören Akademi’de Eğitmen Uzmanlık Programı’na katıldım. Sunum teknikleri, sahne kullanımı, beden dili, eğitmenlik, takım çalışması ve iletişim konularında aldığım eğitimlerle muhteşem bir 6 hafta geçirdim. Program sonrasında ise Türkiye Uğur Böcekleri Derneği’nde saha çalışmalarına katılarak gönüllü eğitmenlik yapmaya başladım.

Türkiye Uğur Böcekleri Projesi nedir?

Türkiye Uğur Böcekleri Projesi; 2004 yılında İzgören Akademi Eğitim ve Danışmanlık şirketi tarafından başlatılan, amacı hoşgörü, dürüstlük, yurt sevgisi, girişimcilik ve iş kalitesi değerlerini yaşatmak; seminerler aracılığıyla bilgiyi yaymak olan gönüllü bir sosyal sorumluluk projesi. Bizler Türkiye Uğur Böcekleri Derneği gönüllü eğitmenleri olarak Türkiye’nin dört bir yanında birçok il ve ilçeye, çocuk yuvalarına, yetiştirme yurtlarına, ceza infaz kurumlarına; ilköğretim, lise ve üniversitelere, sivil toplum kuruluşlarına “Kendi Hayatınızın Lideri Olun” seminerleri veriyoruz. Hedefimiz, saydığımız bu 5 değeri yaşatacak bilgileri katılımcılarla paylaşmak.

Bu proje sana ne hissettirdi?

Bu proje kapsamındaki faaliyetlerime ilkokul 3. sınıflara seminerler vererek başladım. Seminer sonrası dağıttığımız eğitim değerlendirme formlarıyla öğrencilerin eğitim-seminer hakkındaki düşüncelerini, akıllarında kalan mesajı soruyoruz. O gün çocukların doldurduğu formları eve götürüp okuduğumda çok duygulandım. Verdiğim karara sıkı sıkıya tutunduğumu hissettiğim anlardan biridir o an. Artık daha fazla insana ulaşmam gerektiğini biliyorum.

Sonrasında koçluk çalışmalarına başladın. Koçluğu biraz anlatır mısın?

Her şeyden önce koçluk rehberlik etmek değildir. Tavsiye vermek, yönlendirmek hiç değil. Koçluk, danışanın yanında olmak, onu anlamak, ona destek olmak, birlikte yol almaktır diyebilirim. Eğitmen Uzmanlık Programı sonrasında koçluk eğitimlerimi tamamladım ve koçluk sürecinde fark ettim ki psikoloji alanına ilgi duymamın nedeni tam olarak bu açılımmış. Koçluğun faydalarını seminerler ve eğitimler sırasında fazlasıyla yaşıyorum. Koçluk becerileri bana iletişim boyutunda çok katkı sağladı.

Bardağı kırıyoruz…

Uğur böcekleri ile başlayan seminer çalışmaları ilerleyen zamanda şahsıma gelen taleplerle devam etti. Aldığım teklifler üzerine, kendi geçmişimdeki yaşantımı da yansıtacak bir konuyla ilgili seminerler vermeye başladım ve dedim ki:

“Bardağı kırın!”

“Yıllar önce elime bir bardak tutuşturdular ve ‘Aman bu bardağı düşürme. Bardağı düşürür ve kırarsan sen de biz de çok üzülürüz’ dediler. Fırsat bulan herkes zamanla bardağa bir şeyler doldurmaya başladı. Su, zeytinyağı, sirke ve baharatlar… İçimdeki ses bardaktakini içmem gerektiğini söyleyince olanlar oldu. O an anladım ki; o bardak da, içindekiler de bana ait değil. Bu yüzden bardağı kırdım!

Şimdi yeni bir bardak tasarlamak için yoldayım. Üstelik içine dolduracaklarım da bana ait olacak. Biliyorum ki bir gün kendi bardağıma doldurduklarımı içmenin keyfini süreceğim.”

 

Yeni bardağın hayırlı olsun… Bu süreçte en büyük destekçin kimdi?

Konuşmacılığa gönül verip harekete geçtiğim andan itibaren en yakınımda hep annem vardı. Aldığım eğitimlerde öğrendiklerimi gecenin geç saatlerine kadar anneme anlatırdım. Böylece hem anlatım becerilerim güçlendi hem de annem de öğrendi. Çok geçmeden annem, en iyi dinleyicim ve en büyük destekçim oldu.

 “HAYAL MERDİVENİ” projesinden ve bu projeye gönüllüler aradığından bahsettin… Nedir bu proje?

Projenin içeriği şu şekilde: Sizin bir hayaliniz var. Başkalarının da bir hayali var. Siz birisinin hayaline basamak oluyorsunuz, bir başkası da sizin hayalinize basamak oluyor. Örneğin, siz biriyle tanışmayı çok istiyorsunuz. Projedeki bir kişi sizi o kişiye ulaştıracak kişilerle tanıştırmak için harekete geçiyor. Özetle herkesin birbiri için adım attığı, hayallere uzanan bir merdivende basamakların yükselerek ilerlediği bir proje. Projenin içeriği hazır. Projeye hizmet edecek gönüllüler arıyorum… İlgilenenler benimle irtibata geçebilirler.

Sevdiğin, benimsediğin bir söz var mı?

 Bill Cosby’in şu sözü yaşadıklarımı açıklayacak nitelikte: “Başarının sırrı ne bilmiyorum ama işte size başarısızlığın sırrı: Herkesi memnun etmeyi deneyin.”

Mustafa Kemal Atatürk de der ki: “Yerinde sayan geriye gidiyor demektir. İleri, daima ileri.”

Bu yolculuk hiç bitmeyecek. Hâlâ öğrenilecek çok şey, hâlâ paylaşılacak çok bilgi var.

Başarının tarifini alalım…

Üniversitelerde verdiğim seminerlerde özgüven eksikliği yaşadığını söyleyen dinleyicileri sahneye davet ediyorum ve soruyorum: “Hayatında hiç başarılı oldun mu?” “Olmuşumdur herhalde…” gibi cevaplar alıyorum. Ardından başardıkları 100 şeyi saymalarını istiyorum. İlk birkaç saniye zorlanıyorlar ama sonrasında yavaş yavaş çözülüyorlar: “Yürümeyi öğrendim, bisiklete binmeyi öğrendim, konuşmayı öğrendim, yüzmeyi öğrendim, paylaşmayı öğrendim,  gülmeyi öğrendim, dinlemeyi öğrendim.” Asıl başarı öğrenmiş olmak bile değildir, bunun için çaba göstermiş olmaktır. Çok küçük gibi görünse bile bu bir başarıdır.

“Ya yaptığınız işi sevin ya da sevdiğiniz işi yapın” derler, katılıyor musun?

Bana kalırsa kariyer uzmanları bunu her iki tarafı da memnun etmek için söylüyor. Ben buna katılmıyorum. Daima arayışta olmamız, sevdiğimiz işin peşinden koşmamız ve bunun için çaba göstermemiz gerektiğine inanıyorum. Sevmeye çalışma mücadelesini maalesef anlamsız buluyorum. Ancak birçok insan sevmedikleri işleri yaparak bir ömür tüketiyor ve sahip oldukları tüm yetenekler ve beceriler onlarla birlikte mezara gidiyor.

Motivasyon konuşmalarından en fazla fayda nasıl sağlanabilir?

Motivasyon konuşmalarını bir kere dinlediğinizde maalesef beklenen etki gerçekleşmiyor. Hele ki Türk toplumu için bu bir mucize olurdu. Brian Tracy diyor ki: “Motive olmak elinizi yıkamak gibidir. Bunu her gün yapmalısınız.” Her gün izlemek, dinlemek, okumak ve hatırlamak gerekiyor. Ben 6 yıldır her gün en az 20 dakika konuşmacıların ses kayıtlarını dinliyorum. Bir süredir de kendi ses kayıtlarımı oluşturuyorum. Kendi sesim ve konuşmalarım bana sürekli hayat amacımı hatırlatıyor. Benim de bazen moralim bozuluyor, yetersiz olduğumu düşünüyorum, kendimden şüphe duyduğum anlar oluyor ve enerjim düşüyor. İşte o alarda ses kayıtları yeniden harekete geçebilmek için bana gerekli enerjiyi sağlıyor.

İyi bir konuşmacı olmak için nelere ihtiyaç var, sıralar mısın?

Her şeyden önce ezberi bırakmak gerekiyor. Fark yaratmak, estetik ve özgün olmak gerekiyor. Kendi videolarımı çekerken 5 dakikalık konuşma kaydedebilmek için 4 saat çalıştığım zamanlar oldu. İyi bir alt yapı oluşturmak, özenli ve detaylı çalışmak çok önemli. Ana dile  çok iyi hakim olmak gerekiyor. Duyguları çok iyi ve yerli yerinde yansıtmak, get-gitleri yani acı-sevinç, çoşku-durgunluk vb. gibi anları tam yaşatabilmek, hedef kitlenin kültürü, beklentisi, yaş aralığı hakkında ön bilgi edinmek iyi bir konuşmacının temelini oluşturuyor.

Ankara Türkçe Toastmasters Konuşma Kulübü üyesi olduğunu biliyorum. Bu kulüp sana neler kazandırıyor?

Les Brown, 1992 yılında Toastmasters International tarafından Amerika’nın en iyi 5 konuşmacısından biri seçildi. Bu nedenle Toastmasters’ın yeri bende çok ayrı. Bununla birlikte Ankara Türkçe Toastmasters’da muhteşem bir ekiple tanışma fırsatım oldu ve şimdi bu ekibin bir parçası olmak beni çok heyecanlandırıyor. Topluluk önünde konuşma ve liderlik becerilerimi geliştirmek için bu kulüpte rol ve yol almaya devam edeceğim. Sahne heyecanını kırmak ve etkili sunumlar yapmak isteyen herkesi Toastmasters deneyimi yaşayama davet ediyorum.

İş hayatında yaşadıklarını kaleme alacak olsan kitabına ne isim verirdin?


İlk kitap için mottom olan “Bireysellikten Birlikteliğe” ismini verebilirim. Hiçbir başarı tek kişilik değildir, elbet birinin eli değer. Bu sloganı web sitemde ve tanıtım afişlerimde görebilirsiniz. İkinci kitabımın ismi “Hayal Kültürü” olabilir, çünkü bir hayali yaşamanın ve onun peşinden gitmenin bir kültürü olduğuna inanıyorum.

İş hayatında en kıymetli yılın hangisiydi? Neden? Bu yıla bir isim verelim…

 En kıymetli yılım, pilotluğu bıraktığım yıl oldu. Verdiğim karar doğrultusunda kendi seçimlerime yer vereceğim yeni bir başlangıç anı; yani “bardağın kırılma anı”. Bu yıla “İlk Adım” ismini verebilirim. Bardağın kırılışıyla birlikte yepyeni bir hayata atılan adım…

Geldik malum sorumuza: “İşim, hem aşım hem aşkım” diyebiliyor musun?

 Mutluluğumu ön plana alıp mutlulukla gelecek başarıyı hedefledim. Pilotlukta sürdürülebilir bir mutluluk bulamadım ve arayışıma devam ettim. Şimdi ise sevdiğimi bildiğim bir kulvarda sonuna kadar koşmak istiyorum. O nedenle heyecanla, tutkuyla, merakla ve büyük bir arzuyla bir sonraki konuşmamı yapmayı bekliyorum. Artık işim, hem aşım hem aşkım!

 

Paylaş

Yazar Hakkında

Yorum Yazın