Çocuk gelişim ve okul öncesi eğitim uzmanı sevgili Ömür Yamaner ile kurucusu ve işletmecisi olduğu “Büyüteç Anaokulu ve Gündüz Bakım Evi” ve iş hayatı üzerine keyifli bir söyleşi yaptık. Geçtiğimiz yıllarda okul işletmeciliğine ara veren ve bugünlerde engelli çocuklar için özel eğitim sertifika programlarına devam eden Ömür Hanım bize çocuklar, anaokulu öğretmenliği-işletmeciliği ve kendi iş yaşantısı hakkında pek çok faydalı bilgi verdi. Samimi paylaşımları için kendisine teşekkür ediyorum…
Çocuk gelişim ve okul öncesi eğitim uzmanı sevgili Ömür Yamaner sizi ilk olarak Büyüteç Anaokulu ve Gündüz Bakım Evi kurucusu ve işletmecisi olarak tanımıştım. Bu girişim nasıl gerçekleşti? Nasıl başladı bu serüven? Başlama sürecinin zorluk ve heyecanlarından bahseder misiniz biraz?
Çocuk gelişimcilerin genelde hayalidir, isteğidir, arzusudur kendi okullarını açmak. Ama tabi biraz pişmek gerekir. Benim daha önceden kolejlerde müdürlük, eğitim koordinatörlüğü, özel eğitim merkezlerine danışmanlık gibi hizmetlerim olduğu için kendimi hazır hissettim galiba. Bir de ortam şartları bunu hızlandırdı. Oğlum altı aylık bebekken tekrar işe başladım, onaltı aylık olduğunda vermek için kreş araştırırken, oraya baktık buraya baktık; biraz da kaygılı bir anneyimdir 😊; hiçbir yere ısınamamıştım. O araştırmalar sırasında bahçeli müstakil bir binanın camında kiralık yazısını okudum. Akşam saat yedi civarındaydı. Olurdu olmazdı derken bir de baktım olmuş. Aynı akşam kontratı imzalamışım el sıkışıyorum ev sahibi ile. O heyecanla okulumun sahibi oldum ama ertesi sabah binaya gittiğimde bir harabeyle karşılaşınca şok oldum tabi…Binayı nasıl adam edeceğime dair hiçbir fikrim de yok. Zorlu bir inşaat ve tadilat sürecinin akabinde bu süreç başlamış oldu.
Neden müstakil ve bahçeli bir bina tercih ettiniz?
Benim için çocukların toprağa ayak basması, elektriklerini atması, bahçede bir şeylerle uğraşmaları, fırsat eğitimi çok öncelikli. Topraktaki solucanları keşfetmeleri, doğayı doğada öğrenmeleri çok önemli. Bahçemizde sansar vardı mesela, ağaçlardaki meyveleri yemesini çocuklarla birlikte izler, öğrenir, çok keyif alırdık…
Girişimci olmak-kendi girişiminizin işletmecisi olmak nasıl bir duygu? Getirdiği sorumluluklar neler?
İşletme sahibi olmak, teknik konuların yanında diğer zorlu konuları da bilmeye zorluyor insanı. İşin ekonomik döngüsü, vergiler, tedarik edilmesi gereken ürünlerin A dan Z ye titizlikle seçimi, satın alınması, personel seçimi gibi bir sürü konu var üzerinde durulması gereken… İşletmeciliği okulumda öğrendim… Anaokulları çok dinamik ve yaşayan ortamlardır… Ben işletmeciyim bugün odamda oturayım, sadece prosedür işleri ile ilgileneyim diye bir şey diyemezsiniz. Olan biten her şeyle ilgilenmek zorundasınız. Gün geldi ahçım gitti mutfağa inip yemek yaptım, kek pişirdim. Gün oldu temizlik görevlisi işe gelemedi klozetleri temizledim. Bu sürekli yaşayan ortamda sadece kendi görev tanımızı yerine getirmenin yanı sıra daha bir sürü işi takip etmek zorundasınızdır.
Açılışı takip eden ilk haftalarda “okulu açtık hani niye kayıta gelen yok ne zaman oluşacak yoğunluk” diye sabırsızlanırken ve daha pek çok süreçte eşimin çok desteğini gördüm. İnsan kaynakları müdürü dayımdan da bu konularda çok şey öğrendim. Bu arada Pınar ablamı asla es geçemem, o olmasaydı bu yükün altından kesinlikle kalkamazdım.
Bu girişimin özel hayatınıza etkileri-yansımaları nasıl oldu?
Okulum benim gözümde acıkan susayan ilgi bekleyen ilk önceliğim olan, büyütmek istediğim bir bebekti. Evde ya da işte çözemediğim konularla ilgili moralimin çok bozuk olduğu zamanlarda bile okula gittiğimde “günaydın çocuklar” dediğim anda tüm psikolojim değişir tamamen işimin profesyonelliğine bürünürdüm.… Üstelik ilk kuruluş zamanında, binanın tadilat ve dekorasyonları sırasında oğlum onaltı aylık bebekti ve ben ikinci bebeğime hamile olduğumu öğrendim. Her şeyi okul için düşünmeye öyle kaptırdım ki oğlumu, eşimi, arkadaşlarımı ihmal eder buldum kendimi. Kreş başka bir şeye benzemiyor. Aldığınız şey çok kıymetli; her şeyden önce bir canı ve herkesin en kıymetli varlığını; çocuğunu emanet alıyorsunuz ve bir şeyi de sonra yapayım deme şansınız asla yok. Örneğin sabahları işe gitmek için hazırlanma saatimden daha erken saatlerde; beş- beş buçuk arası; kalkardım mutlaka. Okul servislerimizi takip ederdim. Kim servise bindi kim binemedi, servis doğru yolu kullandı mı, yolda sorun çıktı mı ya da çocuklar düştü mü bir yerlerine bir şey oldu mu… bu kaygılar çok yıprattı beni. İşteki bu yıpranmaların ev yaşantıma ve çevreme olumsuz yansımaları oldu tabi.
Anaokulu işletmecisi olarak sizi “Ömür Yamaner” yapan en büyük değeriniz ne?
İlk başta vicdan. Örnek; kendi evimde kullanmadığım, kullanmayacağım hiçbir şeyi; gıda olsun temizlik malzemesi olsun hiçbir ürünü çocuklarım için kullanmam. Çocuklarımla bir arkadaş gibi oynarım, gıdıklama seanslarım vardır, öpüp koklarım; bence bütün bunlar çocuklarımın kalbindeki yerimi ayrı kılıyor. Bir gün bir çocuğumun annesine “anne beni daha çok yıka Ömür öğretmenim benim daha çok koklasın” dediğini hiç unutmam.
Günümüz çocuklarının algısı ne durumda?
Yeni nesil çocukların çok ciddi bir algısı var; muhtemel sebepleri görsel iletişim araçlarını daha fazla kullanmaları ve biz ebeveynlerin onlara daha fazla uyaran yüklememiz olabilir. Mesela benim staj dönemlerimde renkleri bile bilmeden gelen çocuklar varken şimdi fuşyayı bile biliyorlar, oranj, turanj daha ne renkler…😊 Çocuk gelişiminde bir ay bile gelişimi çok etkiler. Gelişim basamakları olan bir evredir. Doğru olan ise bir basamağı atlayıp diğerine geçmektir.
Pedagojik olarak çocuklara uygulanacak metotları nasıl geliştiriyorsunuz?
Çocuklar için çok eskiden gelen bir gelişim tablosu vardır. Bu tablo bize çocuğun yaşına göre “şunları yapar”, “şunları yapabilir” ler hakkında bilgileri veriyor. Çocuğun her evresinde “yapabilir” kısmını bir yoklamak gerekir ve alınan sonuca göre verilecek ilgi, üzerine gidilmesi gereken konular değerlendirilir. Her süreçte sıkı takip ve alınan geri dönüşümlerle çocuğa yaklaşımın nasıl olması gerektiği belirlenir.
Anaokulu öğretmeni olmak bir yaşam sitili haline dönüşüyor mu? Yani mesela gündelik hayatta da parkta gördüğünüz çocuklara eğitim verirken buluyor musunuz kendinizi 😊 ?
Kesinlikle buluyorum 😊 Bu işin en büyük sıkıntılarından biri de bu. Her çocuğu tanılamak isteği oluşuyor ya da hep bir müdahale etme dürtüsü var. Kafede oturuyoruz mesela, bir anne çocuğuna çok fazla müdahale ederse istemsizce hemen devreye giriyorum; “ama öyle demek istemedi, aslında şöyle demek istedi, öyle yapmasanız, böyle yapsanız”😊 Yıllar içinde algıda öyle bir seçicilik oluşuyor ki bulunduğunuz ortamda kendi çocuklarınız haricinde başka çocukları da, zarar gelir mi, düştü mü, kayboldu mu diye, sürekli takip etmeye başlıyorsunuz.
İş yerinizdeki görev tanımınız açısından sizi en çok yoran görev/sorumluluk/durum hangisi?
Çalışma saatlerimizin çok esnek olmasından dolayı personel idaresi biraz zor. Kreş ve anaokullarında çalışmak kolay değildir doğrusu. Anne telefon eder; trafiğe takılmıştır, hastası vardır, işten önemli bir sebepten dolayı ayrılamamıştır vs.; “2 saatlik gecikmem olacak” der mesela… Bizim görevimizdir çocuğu salim bir şekilde aileye teslim etmek. Nöbetçi bir öğretmenimiz elbette bulunur ancak ben işletmeci de olsam okulun sahibi de olsam nöbetçi öğretmen en güvendiğim öğretmenim de olsa oradan ayrılamam. Sorumluluk duygum buna yapmama izin vermez. Bu fedakarlıkları yapmaktan gocunmam ama beni yorduğunu hissediyorum.
Velileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Herkes için aynı şeyleri söylemek mümkün değil tabi ama bizim toplumumuzda şöyle bir eğilim var; “Bir hizmeti almak için belli miktarda bir ödeme yapıldığı zaman karşılığında alınması gerektiğinden daha fazlası talep ediliyor.” Tabi ki acil konularda biz velilerle yedi yirmidört diyalog halinde olmak mecburiyetindeyiz. Çocuk eve gittiğinde dışkısında görülen bir olumsuzluktan dolayı gündüz ne yediğini aile acilen sorgulamakta haklıdır. Ya da çocuğun ateşi evde çıkmaya başlamışsa gündüz ki durumunu öğrenmek istemesi doğaldır. Ama gecenin onbir buçuğunda veli tarafından aranıp “çocuğuma aldığım battaniyeyi organik diye almıştım öyle mi sizce de?” diye gündüz mesai saatleri içinde de halledilebilecek bir soruyla karşılaşınca ister istemez velilerimizin daha duyarlı ve bilinçli olması gerektiğini düşünüyorum.
Ayrıca, kreşe veya anaokuluna çocuğu verdim, artık bütün sorumluluk orada demeyen bir veli kitlesine ihtiyacımız var. Hepimiz birbirimize bağlı bir oluşum içindeyiz. Ben bu oluşumu bir sac ayağı olarak nitelendiriyorum; Çocuk-Aile-Okul. Bu bir üçgen. Hepimiz bir köşeden diğer köşeye giderken birbirimizin geçtiği yerlerdeki izlerimizin üzerinden geçerek gitmek zorundayız. Ortak noktamız; tepe noktası yani çocuğun durduğu köşe. O yüzden tüm davranış ve yönlendirmelerimiz çocuğun olumlu gelişimi için birlikte hareket ederek olmalı.
Anaokulu öğretmenliği manevi olarak size neler kattı/katıyor?
Çok uygulama kısmında olmamama rağmen çocuklarla vakit geçirmek inanılmaz keyifli bir durum… Mezun ettiğimiz çocuklarımızın ilk okul dönemlerinde velilerinden telefon alırım; “Ömür hanım bugün oğlumun halk oyunları gösterisi vardı çok güzel oynadı altyapısını sizin okulunuzda dans eğitiminden aldı”… “ Kızımın İngilizcesi çok güzel ilerliyor, bunda emeğiniz çok büyük…” bunları duymanın manevi hazzını anlatamam. Pek çok velimle hala görüşürüz, anneler gününde, öğretmenler gününde ararlar, çocukları ile çekilmiş videolar gönderirler… Velilerle ilişkilerimin zaman içinde dostluğa dönüşmesi kazandığım en önemli maneviyatlardan.
Manevi olarak bu iş size neler kaybettirdi/kaybettiriyor?
Bir şeye kanalize olduğum zaman diğer tarafları biraz boşluyorum maalesef. Okulla ilgili her şeyi tastamam yürütüyorum, her şey planlı programlı… Ama bu sefer özel yaşantımda aksamalar oluyordu. Tahammülsüzlüğüm hat safhadaydı. Biraz yalnız kalmak dinlenmek isterdim hep. Rahmetli anneannemi kaybedeli iki yıl oluyor. Okuluma çok yakın bir evde, genelde balkon camının arkasında otururdu. Evinin önünden geçerken her gün onu görürdüm ama arabayı durdurup onu beş dakika görmek için zamanım yoktu ya da ben öyle olduğunu düşünürdüm. Ya okula yetişmek zorundaydım ya eve. Keşke arabayı sık sık durdurup bir gidip öpseymişim onu… en büyük pişmanlığım budur…
Sizinle çalışan öğretmenleri en çok hangi konuda yönlendirirdiniz?
Bizim ortamımız daha önce de bahsettiğim gibi fazlasıyla yaşayan bir organizma😊 Sadece çocuklar, öğretmenler değil hareketli olan. Eşyalar da sürekli bir hareket halindedir okulda. Her gün bir şey kaybolur😊 Gün bittiğinde sınıflar darmadumandır. Genel toparlama ve düzenleme ve temizlik elbette yapılır ama öğretmenlerimden daima şunu istemişimdir; “Sınıfları çocukların bulmak istediği şeyle bırakın”. Mesela çocuk resim yapmaya başlamıştır, tam o sırada velisi almaya gelmiştir ya da sevisi kalkacaktır. Öğretmenin o resmi acele de olsa tamamlatması ya da çantasına koyup evde tamamlamasını söylemesi çok önemlidir. Neden? Çünkü o bir müsvedde kağıt değildir çocuk için… O hayalini kurduğu bir şeyin dışa yansımasıdır. Resim tamamlanamadı mı ya da eve gönderilemedi mi o zaman öylece orda bırakmalarını isterdim. O yaştaki çocukların soyut kavramı henüz tam gelişmiş değildir, zaman kavramı oturmamıştır ve öğretmeninin sabah o kağıdı toplamış olabileceğini düşünemez. Onun aklındaki şey o resmi tamamlamaktır. Çocuk gelip baktığında kağıdı göremeyecek ve bir süre sonra hayal kurmayı bırakacak. Bu olumsuzluğun önüne geçmek için sık tembihlerimden biri olmuştur bu.
İş hayatınızda unutamadığınız ilginç bir anınız var mı?
Çocukları geziye götüreceğimiz bir gün bir çocuğumuzun babası da gelmek istedi ama çocuklar ailesinden biri yanında olduğunda kendini gruba ve ortama çok fazla veremedikleri için bu isteği reddetmek zorunda kaldım. AVM de kapalı parkta kaydıraklarda oynarken bir flaşın birkaç kez yanıp söndüğünü gördüm… dönüp baktım ki bizimle gelmek isteyen baba büyük bir palmiye ağacının arkasına saklanmış oğlunun fotoğrafını çekiyor… Birkaç fotoğraftan sonra bize görünmeden sessizce oradan ayrılacaktı velimiz muhtemelen ama biz çocuklarla yakaladık onu😊 Çocuk babasını görünce onunla gitmek istedi ve ortamdan koptu☹ Velilerin bu psikolojisini çok iyi anlıyorum. Çocuklarının gün boyu ne yaptıklarını daha doğrusu onlardan bağımsız nasıl hareket ettiklerini doğal olarak çok merak ediyorlar. Ama bu merakımızı gidermek işini çocuklarımızı ortamdan koparma riskini göze alarak yapmamalıyız. Anaokullarında aylık hazırlanıp velilere ulaştırılan bültenler vardır. Bültenlerde günlük yemek menülerinden, oynanan oyunlara, söylenen şarkılara, gezilecek yerlere kadar pek çok program sunulur. Çocuklarınızın gününü nasıl geçirdiği öğrenmek için soruyu “hadi bana bugün ne yaptın anlat” şeklinde sorarsanız “yemek yedim, uyudum, oynadım” diye çok genel ve değişmez cevaplar alırsınız. Gönderdiğimiz bültenlerden yola çıkararak ortak bir dil oluşturmanız çocuğunuzun size daha detaylı ve içten cevaplar vermesini sağlar. Örneğin o gün çocukların menüsünde köfte varsa “ bugün canım çok köfte istedi” ya da bugün radyoda “mini mini bir kuş” şarkısını dinledim gibi yaklaşımlar çocuğunuzun size doğal yoldan açılmasını sağlar.
İş hayatına “anaokulu öğretmeni – anaokulu kurucusu – anaokulu işletmecisi” olarak yeni atılacak ya da bu aşamaya gelecek olan bireylere nasıl bir mesaj vermek istersiniz. Tavsiyeleriniz var mı?
Her şeyden önce, çocukların huzurlu olması için çalıştırdığınız personelin huzurlu ve mutlu olması lazım. Personelin dertleriyle ilgilenilmeli, sorunlarına çözüm bulunmalı ama personelle aradaki mesafe daima korunmalı. Özellikle öğretmenlerin sıkı takibini önemli buluyorum. Çok bunaldıkları anları takip edip küçük izinlerle onları rahatlatmak işlerindeki başarılarını artırır diye düşünüyorum.
Bu işin hangi bölümünde olursanız olun; kurucu, işletmeci vs. bu iş eğitimsiz asla yapılmaz. Sevilmeden gönül vermeden yapılacak bir iş de değil. Paraya güvenilmemeli. Sağlam bir eğitim altyapısı şart artı ahçısından öğretmenine, servis şoföründen temizlikçisine her yönüyle iyi bir ekip oluşturmak lazım.
İş hayatınızda yaşadıklarınızı kaleme alacak olsanız kitabınıza ne isim verirdiniz?
“NE ZAMAN BÜYÜYECEK BU KADIN?” 😊
Son olarak şunu sormak istiyorum; işinizi aşkla, tutkuyla, severek mi yapıyorsunuz? Yani İşim hem aşım hem aşkım” diyebiliyor musunuz?
Sonuna kadar diyorum… Bir şeyleri yapmak, yaratmak, yaratıcı olmak benim mizacımda var. Hareketi çok severim. Durağan değil, balık misali çok hareketliyimdir😊Hiç durmayan, dinamiği en yüksek olan işlerden biri benim seçtiğim iş.